top of page

Ateşe İmge Üflemek

Kıldan köprü yaratmışsın
Gelsün kullar geçsin deyu
Hele biz şöyle duralım
Yiğit isen geç a Tanrı

(Kaygusuz Abdal)

Evrenin yolculuğunu ‘Tanrı’mı başlatmış? Lütuf mu etmiştir ‘kul’larına? Bu lütfun içinde İnsan’a ne düşer? Hiç! İnsanın varlığı geçici görülmüştür. Hükmünü sürdürmeye devam edecek tek kavramın yine ve hep Tanrı’nın olması çok iyi kurgulanmıştır. Ey insan, öyleyse sana bu hayatta ne düşer? Ne? Kendinden korkan insan kendinden yüce bir gücü yaratmak zorunda kalmıştır. Çünkü öteki yolda kendi sesi geri dönüp ona çarpacaktır. Öylesine kıldan bir köprü kurulmuştur ki, geçene aşk olsun! Ama illaki geçilecektir. Ne de olsa o köprüyü yine insan inşa etmiştir. Yani insanın sınırlayıcısı yine insan olmuştur. Peki, bu köprüyü şöyle düşünsek: Öylesine bir evren ki, taşından kayasına, tepesinden dağına, göğünden toprağına, ağacından suyuna, güneşinden insanla birlikte tüm canlılarına; hepsinin sadece ve sadece ‘bir’ olduğu bir köprü. İşte öyle bir köprü ki her şeyi ama her şeyi birbirine bağlayan, hepsini ‘bir’ kılan bir köprü. Bu bütünlüğü algılamak, duymak isteyen insan, işte bu köprüyü geçmeye çabalamanın ötesinde, üstünde savrula savrula ama illaki bir şekilde dengeyi ona bulduran olgunlaşma yolculuğuna izin veren insan. Yaratı kurguları ve bunun üzerinden ilerleyen tüm insan kurguları, insanın kaburgaları arasından iki uçlu bir kılıçla yarıklarını açmaya başlar. Biri aşağı diğeri yukarı doğru ucunu çevirir. Biri aklını, diğeri cinselliğini hedefler. İşte tam da bu hedeflere karşı kendiliğinden bir direnç doğar. Çünkü aslında insan sadece kendini duymak ister. Sadece istemesinden korkması sağlanmıştır. Kendi içindeki sesi artık duyabilmesi için yumruğunu dışarı çıkarmak zorundadır! Yol gösterici tüm işaretlere kurgulanmış hançerler saplanmıştır. Ama yumruklar da aynı insan gibi topraktan, ağaçtan, ateşten, en saydam camdan, kapı gibi karşısına dikilen soğuk demirden can bularak parmaklarını birbirine kenetleyip çığlığını atmaya başlar. Bu çığlık, kıldan köprünün üstünde rüzgâra karşı ayaklarını sıkı sıkı diremeyi değil, rüzgârı tüm bedeninde duyabilmeyi getirir. Çünkü evrenin o rüzgârı aslında sadece kendi sesindir. İçindeki kendi sesin. Gerçeği arayan ‘can’ın sesi. Sadece duymak istemek gerek.

bottom of page